11 Ocak 2010/10
DİSK Genel Başkanı
Süleyman Çelebi’nin 2009 değerlendirmesi ve 2010 yılına ilişkin
DİSK’in hedefleri üzerine yaptığı
açıklama:
Değerli Basın Emekçileri
Geride kalan 2009 yılının değerlendirmesini
yaparak 2010 yılına ilişkin öngörülerimizi ve beklentilerimizi
sizlerin aracılığıyla kamuoyu ile paylaşmak istiyoruz.
2009 yılında Türkiye’de ekonomik,
sosyal ve politik bakımdan sorunlar birikmiş, farklı ve değişik
süreçlerin etkisi altında bir “kaos” dönemi hâkim hale
gelmiştir.
Cumhuriyet tarihinin ve elbette kapitalizmin
en derin ekonomik krizlerinden biri yaşanmış, yıllardır biriken
sorunlara krizin çok ağır ekonomik ve sosyal sonuçları eklenmiş,
bütün bu sorunlar çözüm yoluna girmeden 2010 yılına aktarılmıştır.
Demokrasi ve özgürlüklere en fazla
ihtiyacı olan toplumsal kesimler baskı altında tutulup, hukuksuz
uygulamalar yaygınlaşmışken, 12 Eylül Anayasası’nın virgülüne
dokunmayanlar, “demokratikleşme” adı altında Türkiye’yi kendi
politik ihtiyaçları doğrultusunda değiştirme ve dönüştürmeye
koyulmuşlardır.
Siyasi iktidarın politikaları
incelendiğinde, uygulamaya konulan şeyin özgürlüklere dayanan katılımcı
demokrasi olmadığı, tek parti egemenliğine dayanan bir tür diktatörlük
biçimi olduğu görülecektir.
2009 yılının genel manzarası şu
şekilde ortaya konulabilir:
- AKP iktidarının siyasi demokrasi
anlayışı kendi “doğrularını” toplumun geniş kesimlerine kabul
ettirme ilkesine dayanmaktadır. Bu anlayışın gereği olarak AKP
iktidarı, 2009 krizinin çok ağırlaştırdığı ekonomik ve sosyal
sorunlara karşı talepleri için sokağa çıkan kitlelere polis şiddetiyle
karşılık vermiştir.
- Toplumsal kesimlerin eleştirileri
ve hak arama mücadeleleri en sert müdahalelerle karşılanmış,
toplumsal bir korku ortamı yaratılmıştır. Eleştiri ve hak
arama çabası içinde olanlar yasal demokratik haklarına güvenerek
değil, her türlü bedeli ödeme cesaretine dayanarak harekete geçebilmişlerdir.
Çünkü iktidar tarafından yurttaşların en doğal hakları bile
tanınmamaktadır.
- AKP, devlet kurumları
içerisinde ciddi boyutlarda kadrolaşmaktadır. Kendi ideolojisine
ve anlayışına sahip olmayan hiç kimseyi devlet kurumlarında üst
düzey görevlere getirmeyen, yasama ve yürütmeyi elinde bulunduran
AKP’nin yargı üzerinde de ağırlık koyduğu “kanaat önderlerince”
dile getirilmektedir.
- Hukuk sistemine yapılan müdahaleler
adalet duygusunu zedelemiş, toplumun hukuk yoluyla hak aramasına çok
büyük darbe vurulmuştur.
- Demokratikleşme ve açılım
adı altında yapılan girişimlerin hepsi 12 Eylül rejiminin
temel hukuksal ve kurumsal düzenlemelerinin gölgesinde kalmış, inandırıcılıklarını
yitirmiştir.
- Etnik ve dinsel ayrımcılık
yönelimleri” kışkırtılmaktadır. Siyasal iktidarın bütünlüklü
bir demokratikleşme programının olmaması, “Demokratik Açılım”
adıyla ortaya konulan sorun alanlarında çözüme yönelik yaklaşımlar
yerine; ortaya çıkacak faturaların kimin üzerine yıkılacağına
yönelik oy hesaplarını gündeme getirmektedir.
- “Linç etme”
girişimleri muhalefet hareketlerini bastırmak için iktidar tarafından
da bir “koz” olarak kullanılarak görülmemiş biçimde yaygınlaşmıştır.
İnandırıcılığı olmayan açılımlarla toplumun değişik kesimlerinin
haklarının genişletileceği iddia edilmiş ama Manisa’da görüldüğü
gibi Roman yurttaşlarımız yıllardır yaşadıkları mahallelerinden
sürülmüşlerdir.
- Toplumun haber alma ve düşüncesini
yayma özgürlüğünü zedeleyen uygulamalar sistematik hale getirilmiştir.
Bir yandan iktidarın basın üzerindeki baskısı daha da artmış,
iktidara muhalif medya çeşitli metodlarla el değiştirilmiş veya
susturulmuşken öbür yandan da gazetecilere mesnetsiz davalar açılmıştır.
Halen tutuklu gazeteci sayısı 35 kişidir. Hakkında soruşturma yapılan
ve dava açılan gazeteci sayısı yaklaşık 3 bin civarındadır.
- Ülkedeki ekonomik ve sosyal
koşulların ağırlaşmasına bağlı olarak “suç” ve “suçlu”
sayısında görülmemiş bir artış yaşanmış 2006 yılında 78
bin olan hükümlü ve tutuklu sayısı Eylül 2009 itibariyle 114 bine
yükselmiştir.
- Ergenekon soruşturmasında
karmaşa görüntüsü yaratılmış, yargılama ve dava açma
süreci çok uzatılmıştır. Demokrasi dışı arayışlara giren,
ülkemize dehşet anları yaşatan gerçek zanlıların yerine iktidara
muhalif olanların ceza alması şüphesi doğmuştur.
- Hukuksuzluk sendikal alanda
da hâkim kılınmaya çalışılmıştır. Sendikal hak ve özgürlüklere
ilişkin yasaklar devam ettirilmiş, 12 Eylül rejiminde bile yapılmayan
suçlamalar sendikalara yöneltilmiş, sendikal faaliyetleri engellenmek
istenen sendikacılar, Nakliyat-İş sendikamızın yöneticileri ve
KESK’li sendikacılarda olduğu gibi asılsız iddialarla tutuklanmışlardır.
- Böylesine bir baskının
hâkim kılındığı, hukuksuzluğun yaygınlaştırıldığı, hak
arayanlara çok ağır bedeller ödetildiği 2009 yılında, krizin
yol açtığı ağır sosyal ve ekonomik yıkıma karşı, gerçek bir
sosyal tedbir paketi gündeme getirilmemiş, kriz fırsatçılığına
imkân veren bir sistem yaratılmıştır.
- 2009 yılında hukuksuzluk
ve baskının yaygınlaştırılmasının gerçek nedeni, milyonlarca
yoksulun, işsizlerin ve bütün mağdurların kaderlerine tepkisiz
ve sessiz razı olarak yaşamaya devam etmelerini sağlamaktır.
Sendikal hak ihlallerinin yoğunlaşmasının ardındaki nedenlerden
biri de budur.
- İşsizlik ve yoksulluk Cumhuriyet
tarihinde görülmemiş biçimde yaygınlaşarak kitlesel hale gelmiş,
2009 yılında işsizlere 1 milyon 200 bin kişi eklenmiştir. İşsiz
sayısı 6 milyon kişiye çıkmış, genç nüfusun işsizliği yüzde
32’ye yükselmiştir.
- AKP hükümeti 2010 yılında
işsizliğin 2009 yılı seviyesinde kalacağını Orta Vadeli
Plan belgesinde kabul etmiştir.
- Emek bugüne kadar görülmediği
ölçüde değersiz hale getirilmiştir. Emeğin sosyal bir unsur olduğu
unutturulmaya çalışılmış, yalnızca maliyet ögesi olarak görülmüştür.
2009 yılında ücretler yüzde 12 oranında geriletilmiştir. Ücretlerin
sanayi maliyetleri içindeki payı 2002 yılında yüzde 19 iken 2009
yılında yüzde 11’e düşmüştür.
- 2002 yılında milli gelir
içinde ücret ve maaşların payı yüzde 26’lık bir paya sahip
iken bugün yüzde 22 düzeyine gerilemiştir.
- Sayın Başbakan sık sık
“dünyanın 17. büyük ekonomisi olduk. Avrupa'nın 6. büyük ekonomisi
olduk ve daha iyi olacağız''
diye açıklamalar yapmaktadır. Bir Başbakan düşününüz ki dünyanın
17. büyük ekonomisi olmakla övünsün. Ama Bu Resmi TÜİK rakamlarına
göre, Türkiye her sabah uyandığında, yiyecek yemeği olmayan 1
milyon 400 bin vatandaşa ve resmi olarak yoksul ilan edilen 12 milyon
170 bin kişiye sahip bir ülkenin başbakanı olduğunu unutsun. 2010
bütçesinde bu kesimlere yönelik en ufak bir çözüme yer vermesin.
Bu mudur dünyanın 17. büyük ekonomisi? Eğer büyüklük buysa ve
bu büyüklük çalışanlarla, yoksul halk kesimleriyle paylaşılmıyorsa,
bu büyüme kimin içindir?
- Ücretlerin düşmesi, hayat
pahalılığının artması, sağlık ve eğitim sisteminin paralı
hale gelmesi nedeniyle Türkiye “çalışan yoksulların” kitlesel
hale geldiği bir ülke olmuştur.
- En temel insan hakkı
olan sağlık hakkı AKP iktidarında paralı hale getirilmiş,
sosyal güvenlik açığı bahanesiyle katkı payları sürekli artırılmıştır.
2009’da yüzde 30 olan özel hastane katkı payı 2010’dan itibaren
yüzde 70’e yükseltilmiştir. SGK eylem planı adı altında hazırlanan
plana göre çalışanların ilaç katkı payını yüzde 20’den 50’ye
çıkartılması için hazırlıklar yapılmaktadır.
- AKP’nin hastaları
müşteri gibi gören anlayışı doktorlar dahil sağlık
çalışanlarının taşeron, güvencesiz ve esnek istihdamını hızlandırmıştır.
Bu sürece doktorları da katmak için hazırlıklar yapılmaktadır.
Bu anlayış, tedavi edilen hasta sayısından, hastalıktan korunan
yurttaş sayısından değil, parasal işlem hacminden, maliyetlerin
düşürülmesiyle ilgilenmekte, sağlık sisteminde tüccar siyasetini
hakim kılmaya çalışmaktadır. Meclis gündemine taşınan “Tam
Gün” ve “Hastane Birlikleri” yasa tasarıları bu anlayışın
ürünüdür.
- Emekli Sandığı, SSK ve
BAĞ-KUR’un sağlık harcamaları 2002’de 7,5 milyar TL iken,
SGK’nın sağlık harcamaları 2008’de 30 milyar TL’ye çıkmıştır.
Toplam sağlık harcamaları bu dönemde hızla artarken, kamu sağlık
harcamalarındaki artışın özel sağlık kuruluşlarına yöneldiği
görülmektedir. SGK’nın özel sağlık kuruluşlarına aktardığı
kaynak 2002-2008 yılları arasında 11 kat artmıştır. SGK’nın
ilaç harcamaları da aynı dönem için, 4,3 milyardan, 10.7 milyar
TL’ye yükselmiştir.
- Bütçe yoksullukla mücadele
için kullanılmamaktadır. AKP Hükümeti, bütçeden yoksullara ayırdığı
kaynağı 2008’de binde 6’dan 2009’da binde 7’ye çıkarıp,
yani binde bir artış yaparak adeta halkla alay etmektedir. Yoksullukla
mücadele sosyal devlet ilkesi olmaktan çıkartılmış, cemaat ve
yandaş kuruluşları güçlendiren bir yapıya dönüşmüştür. Toplumumuzda
“sadaka” kültürü geliştirilmiş, sosyal yurttaşlık hakkı
rafa kaldırılmıştır.
- 2009 yılı sonunda resmi
enflasyon oranı yüzde 6.5 olarak açıklanmıştır. Fakat çarşının,
pazarın ve toplumun gerçek enflasyon oranı yüzde 11’dir. TÜİK
rakamlarına göre, gıda ürünlerinin 2009 yılındaki ortalama artışı
yüzde 18 olmuştur. 2009’da ev kiralarındaki artış ortalaması
yüzde 8, konut suyu yüzde 9, konut elektriği yüzde 20, kömür yüzde
9, şehir içi belediye ulaşım ücretlerinin artışı yüzde 11’e
yükselmiştir. 2009 yılında ekmeğin fiyatı yüzde 14, konut doğalgazı
fiyatı yüzde 27 oranında artmıştır.
- Enflasyon oranı resmi
rakamlara göre yüzde 6.5 olarak gösterilmesine rağmen kredi kartları
faizlerine yıllık yüzde 40 oranında faiz uygulanmış adalet duygusunu
zedelemiş, 2.5 milyon kişi kredi kartı mağduru olarak borç çıkmazı
içine sürüklenmiştir.
- 1923’ten 2002 yılına kadar,
80 yıldır Türkiye’nin toplam 220 milyar dolar olan borcu 2009
sonunda 270 milyar dolar artarak 490 milyar dolara çıkmıştır. 2010
yılında yeni doğan her bebek 7 bin dolar borçla yaşamaya başlayacaktır.
- Sanayi üretimi 2009 yılında
yüzde 14 oranında gerilemiştir. 2009 yılında sanayi kapasite kullanımındaki
daralma ise yüzde 16 olmuştur. Resmi milli gelir rakamlarına göre
sabit sermaye varlığının dörtte biri üretimsizlik ve kapasite
kullanım düşüklüğü nedeniyle kullanılamaz haldedir.
- Bugüne kadar krize karşı
5 paket hazırlanmış birçok teşvik düzenlemesi yapılmıştır.
Fakat 2009 yılında 9 bin 200 şirket faaliyetine son vermiş, 92 bin
esnaf dükkânını kapatmıştır.
- Türkiye İstatistik Kurumu
(TÜİK) verilerine göre 2002-2007 yılları arasında 16 bin
38 intihar vakası yaşanmıştır. Türkiye Psikiyatri Derneği’nin
yaptığı açıklamaya göre ise, 2001'de ağır ekonomik krizle sarsılan
ülkemizde intihar oranı bir önceki yıla oranla yüzde 41.5 gibi
çok çarpıcı bir artış göstermiştir. Yine 2009’da küresel
ekonomik krizin etkisiyle intihar oranlarında önemli bir artış gözlendiği
belirtilmiştir. Google kayıtlarında intiharla ilgili aramalara bakarsanız;
“intihar etmek istiyorum” diye 83 bin 800, “intihar etmek”
diye 492 bin, “intihar görüntüleri” için 496 bin ve
“intihar haberleri” için 3 milyon 130 bin arama yapıldığını
görürsünüz. Bu tüyler ürpertici bir sosyal gerçekliktir.
- Ekonominin 2009’da yüzde
4 oranında büyüyeceği ilan edilmiş fakat en az yüzde 6 oranında
küçüldüğü anlaşılmıştır. 2010 bütçesi AKP hükümetinin,
krizin yükünü toplumun geniş kesimlerine yıkmaya devam edeceğinin
açık bir belgesidir. 2009 yılı krizinin ağır ekonomik ve sosyal
yıkımına rağmen bütçe, toplumsal ihtiyaçlardan uzak olarak hazırlanmıştır.
2009 yılında bütçenin 10.4 milyar TL açık vermesi planlanmıştı.
Fakat bütçe açığı 62.8 TL’ye çıkmıştır. 2010 için öngörülen
bütçe açığı 50 milyar TL’dir.
- 2010 yılının ilk günlerinde
elektrik, ulaşım, benzin ve mazota yapılan zamlar, özel tüketim
vergilerinin artırılması 2010 yılında enflasyonunun daha da
artacağının ve toplumun daha fazla yoksullaşacağının habercisidir.
SENDİKAL HAK
İHLALLERİ
Ülkemizde, sendikal örgütlenme hakkı,
toplusözleşme grev hakkının kullanılması konularında çok büyük
Anayasal ve yasal sorunlar bulunmaktadır. Sendika üyeliği bu gün
hala işten atılma gerekçesidir. Aslında bu, 12 Eylül 1980’le
başlayan ve sendikaları toplum hayatından silmeyi amaçlayan sürecin
bir uzantısıdır.
Ülkemizdeki siyasal iktidarlar 12 Eylül
Askeri Darbesi sonucunda kurumlaştırılan ucuz işçi, güvencesiz
çalışma politikasını ısrarla sürdürmektedir. Bu politikalara
bağlı olarak hak aramak için başvurduğumuz her türlü direniş,
Anayasa’nın 90. Maddesi ve ILO sözleşmelerine rağmen yasadışı
sayılmıştır.
Ülkemizdeki yapısal bozuklukların
bireysel ve toplumsal haklar alanında yansımaları da her gün karşımıza
çıkmaktadır. Düşünce ve örgütlenme özgürlüğü önündeki
Anayasal ve yasal engeller, varlığını hâlâ sürdürmektedir. AKP
iktidarı, tüm seçim vaatlerine ve taahhütlerine, toplumun önemli
kesimlerinin taleplerine rağmen, toplumsal mutabakatı ve demokratikleşmeyi
içeren bir Anayasa değişikliğini gerçekleştirememiştir.
Sendikal hak ihlalleri kriz döneminde
artarak devam etmiş, örgütsüz ve denetimsiz ortamda kural haline
getirilmek istenmiştir. Bu durum açık bir kriz fırsatçılığıdır.
Kriz bahane edilerek sendikaların bu ihlalleri kabul etmesi istenmektedir.
Kriz fırsatçılığı kamu güvenliğini tehdit edecek noktalara vardırılmış,
itfaiye gibi en temel kent güvenliği hizmetleri taşeron firmalara
ihale edilmiştir.
İşsizlik Sigortası Fonu, arazi ihalesi
dahil birçok teşvik kullanımı için amaç dışı kullanıma açılmıştır.
İşsizlik sigortasından yararlan işçi sayısı 2009 yılında ortalama
250 bin kişi olmuştur.
AKP Hükümeti başta Çalışma Bakanlığı
olmak üzere bütün kamu denetim imkânlarını daraltarak, iş
cinayetlerine ve hak ihlallerine göz yummaktadır. İş cinayetleri
Tuzla tersanelerinde ve pek çok iş kolunda artarak devam etmektedir.
Denetimsizlik ve kuralsızlık en son Bursa Kemalpaşa madenlerindeki
19 maden işçimizin göz göre göre ölmesiyle sonuçlanmıştır.
İşçi sağlığı ve güvenliği özel sektörün insafına terk edilmiştir.
Bir taraftan kriz fırsatçılığı
ile aşırı kâr ve sömürüye göz yumulmakta, öbür taraftan
mevcut yasa ve yönetmeliklerin bile yasakladığı uygulamalar
hiçbir şekilde kontrol edilmemekte ve sendikaların önü kesildiği
için sendikal denetime imkân verilmemektedir. Bu, vahşi piyasa koşullarının
zorla dayatılmasıdır. Bu dayatmayı ne kabul ederiz ne kabul edilmesine
sessiz kalırız.
Bu dönemde hak ihlallerinin en yaygın
uygulamaları şöyle olmuştur:
Tazminatsız işten çıkarmalar, muvazaalı
işyeri kapatmaları, ücretsiz izne zorlamalar, mesaisiz fazla
çalıştırma, sigortasız istihdam ve yarım sigorta uygulamaları,
ücret indirimleri, toplu sözleşmeleri uygulamama, sendikal örgütlenmeye
engel olma, iş güvencesi ve işçi sağlığı kurallarını hiçe
sayma, ücretlerin aylar sonra ödenmesi bunların başında gelmektedir.
Türkiye işçi sınıfına önderlik
edecek işçi hareketleri ve sendikalar baskı altına alınmıştır.
Sendikal hareketi geliştirecek ve toplu sözleşme düzenini normalleştirecek
yasal değişiklikler AB ilerleme raporlarına, ILO organlarının kararlarına
rağmen engellendiği gibi sendikal hareketi daha da açmaza sokacak,
yetki ve hak kayıplarına yol açacak yasal düzenlemeler yürürlüğe
sokulmaktadır.
Sendikal haklar alanında, 12 Eylül
askeri yönetiminin 30 yıl önce uygulamaya soktuğu yasalar,
temelde hiçbir değişiklik olmaksızın varlığını sürdürmektedir.
Bütün bu gerçeklere karşın, ILO ve AB normlarında bir değişim
yerine yapay tartışmalar başlatılmıştır. 30 yıldır tüm hükümetlerin
çalışma bakanlarının Türkiye Cumhuriyeti adına ILO’da verdikleri
sözler havada uçuşmuştur. Türkiye defalarca Aplikasyon Komitesi’nce
kara listeye alınmıştır.
İktidarın yönlendirmesiyle yaygın
işsizlik ve kayıt dışılık, sendika üyesi olduğu için çalışanların
işten atılması bir yana bırakılmış, sendika aidatlarının kesilme
yöntemleri, sendikaların denetimi ve sendika yöneticilerinin ücretleri,
sözde değişimin ölçüsü olarak tartışmaya açılmıştır. Bu
yaklaşım sendikalarla işçi hareketini baskı altına almayı amaçlayan
bir oyalamadan öteye gitmemiştir.
Krizi bir kader gibi görmek ve toplumu
umutsuzluğa, sadakaya ve çaresizliğe mahkûm etmek ne sosyal devlet
ilkeleriyle ne de bu toplumun demokratik ve sosyal birikimleriyle kesinlikle
bağdaşamaz.
Bir taraftan kriz teğet geçti ve en
az biz etkilendik açıklamaları yapılırken öbür taraftan
demokratik hakların ve tepkilerin baskı altına alınması
çözümsüzlük üzerinden bir politika izlendiğini, “çözümsüzlüğün
çare” olarak topluma sunulduğunu göstermektedir. Bize göre
kriz, AKP yöneticileri ve yandaşlarını teğet geçmiştir. AKP hükümeti
bugüne kadar zengini daha zengin eden, yoksulu daha da yoksullaştıracak
piyasacı tedbirlerin dışına çıkmamış AB aday ülkeleri içinde
ekonomisi en çok küçülen ve işsizlik oranı en yüksek olan ülkedir.
Çare vardır. DİSK kriz daha ilk işaretlerini
gösterdiğinde gerekli uyarıları yapmış, acil sosyal tedbirlerin
alınmasına dikkat çekmiş, sosyal bir programının derhal uygulamaya
konularak, sosyal devlet ilkelerinin hayata geçirilmesini talep etmiştir.
2010 yılı krize, baskılara, demokratik özgürlüklere karşı işçi
ve sendikaların mücadele yılı olacaktır.
Bu mücadele ile krize karşı toplumun
güvenini artıracak, yaraları saracak, gerginlikleri yatıştıracak,
işsizleri, yoksulları kucaklayacak toplumun özlemle beklediği ihtiyaçları
giderecek önlemlerin gecikmeden alınması mutlaka sağlanacaktır.
Değerli basın emekçileri,
2009 yılını
genel olarak değerlendirdiğimizde, emekçilere yapılan saldırıların,
tek tek sendikal örgütlere değil, bütün işçi sınıfına topyekün
olarak yapıldığını söyleyebiliriz. (Belediyelerde, TEKEL’de,
Sinter’de, Kent-AŞ’de, Ataşehir Belediyesi’nde, Kızılay’da
hak ihlalleri sürerken, Emekli-Sen’in kapatılması, Genç-Sen ve
Çiftçi-Sen’e kapatma davalarının açılması, Nakliyat-İş sendikamıza
ve KESK’e yönelik operasyonlar saldırıların boyutunu sergilemektedir)
Kriz karşısında da, özelleştirmeler,
işsizlik ve istihdam sorununda da, asgari ücretin belirlenmesi ve
kıdem tazminatlarının, eğitim ve sağlık haklarının gaspedilmesinde
de, İşsizlik Sigortası Fonu’nun asıl amacına uygun kullanılmamasında
da, SSGSS yasası veya işçilerin kiralanmasını hedefleyen Özel
İstihdam Büroları konusunda ve sendikal hak ve özgürlükler konusunda
da işçi sınıfının sorunları
ortaktır.
Türkiye, işsizlik, yoksulluk, eşitlik
ve özgürlük gibi gerçek ihtiyacı ve gerçek gündeminden uzaklaştıkça,
AKP baskıcı ve otoriter politikalarını fütursuzca uygulamaya
devam edecektir.
Bunu engellemenin tek yolu, tüm emekçileri,
emek örgütlerini ve emek dostlarını tek bir vücut halinde organize
ederek, işçi sınıfının birleşik mücadelesini yükseltmektir.
2010 yılı krizden çıkışın
örgütlendiği, mücadelenin ileriye götürüldüğü, emeğin kazanımlarıyla
dolu anlamlı bir yıl olacaktır.
DİSK olarak 2010 yılında 12 Eylül
hukuku ve yasalarına karşı mücadele edeceğimizi, emeğin uluslararası
standartlara kavuşması için mevcut kısır döngünün kırılıp
aşılacağını ilan ediyoruz.
Toplumun hukuksuzluğa, korkulara en
temel demokratik haklarını kullanmasına karşı yapılan baskılara,
anti demokratik uygulamaların kural hale getirilmesine karşı 2010
yılında her zamankinden daha çok mücadele edeceğimizi belirtmek
istiyorum.
Kuruluş ilkelerimiz doğrultusunda
emeğin kazanımlarını kriz fırsatçılığına kurban vermeden
sendikal haklar, eğitim, sağlık, sosyal güvenlik hakları başta
olmak üzere çalışma hakkı, iş güvenliği hakkı, insanca yaşamaya
yeterli gelir, sosyal güvenlik, sağlıklı konut, sağlıklı çevre
gibi işçi sınıfının evrensel tüm sosyal haklarını gözetmeyi
sürdüreceğiz.
2010 yılının ülkemiz ve tüm
dünya için barış, adalet esinlik ve emeğe saygı içinde yaşanacak
günler getirmesini dileyerek hepinize sevgiler ve saygılar sunuyorum.