11 Ocak 2010/10 

DİSK Genel Başkanı  Süleyman Çelebi’nin 2009 değerlendirmesi ve 2010 yılına ilişkin DİSK’in hedefleri üzerine yaptığı açıklama: 

Değerli Basın Emekçileri 

Geride kalan 2009 yılının değerlendirmesini yaparak 2010 yılına ilişkin öngörülerimizi ve beklentilerimizi sizlerin aracılığıyla kamuoyu ile paylaşmak istiyoruz.  

2009 yılında Türkiye’de ekonomik, sosyal ve politik bakımdan sorunlar birikmiş, farklı ve değişik süreçlerin etkisi altında bir “kaos” dönemi hâkim hale gelmiştir.  

Cumhuriyet tarihinin ve elbette kapitalizmin en derin ekonomik krizlerinden biri yaşanmış, yıllardır biriken sorunlara krizin çok ağır ekonomik ve sosyal sonuçları eklenmiş, bütün bu sorunlar çözüm yoluna girmeden 2010 yılına aktarılmıştır.  

Demokrasi ve özgürlüklere en fazla ihtiyacı olan toplumsal kesimler baskı altında tutulup, hukuksuz uygulamalar yaygınlaşmışken, 12 Eylül Anayasası’nın virgülüne dokunmayanlar, “demokratikleşme” adı altında Türkiye’yi kendi politik ihtiyaçları doğrultusunda değiştirme ve dönüştürmeye koyulmuşlardır.  

Siyasi iktidarın politikaları  incelendiğinde, uygulamaya konulan şeyin özgürlüklere dayanan katılımcı  demokrasi olmadığı, tek parti egemenliğine dayanan bir tür diktatörlük biçimi olduğu görülecektir.  

2009 yılının genel manzarası şu şekilde ortaya konulabilir:

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

SENDİKAL HAK İHLALLERİ

Ülkemizde, sendikal örgütlenme hakkı, toplusözleşme grev hakkının kullanılması konularında çok büyük Anayasal ve yasal sorunlar bulunmaktadır. Sendika üyeliği bu gün hala işten atılma gerekçesidir. Aslında bu, 12 Eylül 1980’le başlayan ve sendikaları toplum hayatından silmeyi amaçlayan sürecin bir uzantısıdır.  

Ülkemizdeki siyasal iktidarlar 12 Eylül Askeri Darbesi sonucunda kurumlaştırılan ucuz işçi, güvencesiz çalışma politikasını ısrarla sürdürmektedir. Bu politikalara bağlı olarak hak aramak için başvurduğumuz her türlü direniş, Anayasa’nın 90. Maddesi ve ILO sözleşmelerine rağmen yasadışı sayılmıştır.

 

Ülkemizdeki yapısal bozuklukların bireysel ve toplumsal haklar alanında yansımaları da her gün karşımıza çıkmaktadır. Düşünce ve örgütlenme özgürlüğü önündeki Anayasal ve yasal engeller, varlığını hâlâ sürdürmektedir. AKP iktidarı, tüm seçim vaatlerine ve taahhütlerine, toplumun önemli kesimlerinin taleplerine rağmen, toplumsal mutabakatı ve demokratikleşmeyi içeren bir Anayasa değişikliğini gerçekleştirememiştir. 

Sendikal hak ihlalleri kriz döneminde artarak devam etmiş, örgütsüz ve denetimsiz ortamda kural haline getirilmek istenmiştir. Bu durum açık bir kriz fırsatçılığıdır. Kriz bahane edilerek sendikaların bu ihlalleri kabul etmesi istenmektedir. Kriz fırsatçılığı kamu güvenliğini tehdit edecek noktalara vardırılmış, itfaiye gibi en temel kent güvenliği hizmetleri taşeron firmalara ihale edilmiştir. 

İşsizlik Sigortası Fonu, arazi ihalesi dahil birçok teşvik kullanımı için amaç dışı kullanıma açılmıştır. İşsizlik sigortasından yararlan işçi sayısı 2009 yılında ortalama 250 bin kişi olmuştur.  

AKP Hükümeti başta Çalışma Bakanlığı  olmak üzere bütün kamu denetim imkânlarını daraltarak, iş cinayetlerine ve hak ihlallerine göz yummaktadır. İş cinayetleri Tuzla tersanelerinde ve pek çok iş kolunda artarak devam etmektedir. Denetimsizlik ve kuralsızlık en son Bursa Kemalpaşa madenlerindeki 19 maden işçimizin göz göre göre ölmesiyle sonuçlanmıştır. İşçi sağlığı ve güvenliği özel sektörün insafına terk edilmiştir. 

Bir taraftan kriz fırsatçılığı  ile aşırı kâr ve sömürüye göz yumulmakta, öbür taraftan mevcut yasa ve yönetmeliklerin bile yasakladığı uygulamalar hiçbir şekilde kontrol edilmemekte ve sendikaların önü kesildiği için sendikal denetime imkân verilmemektedir. Bu, vahşi piyasa koşullarının zorla dayatılmasıdır. Bu dayatmayı ne kabul ederiz ne kabul edilmesine sessiz kalırız.  

Bu dönemde hak ihlallerinin en yaygın uygulamaları şöyle olmuştur:

Tazminatsız işten çıkarmalar, muvazaalı  işyeri kapatmaları, ücretsiz izne zorlamalar, mesaisiz fazla çalıştırma, sigortasız istihdam ve yarım sigorta uygulamaları,  ücret indirimleri, toplu sözleşmeleri uygulamama, sendikal örgütlenmeye engel olma, iş güvencesi ve işçi sağlığı kurallarını hiçe sayma, ücretlerin aylar sonra ödenmesi bunların başında gelmektedir.

 

Türkiye işçi sınıfına önderlik edecek işçi hareketleri ve sendikalar baskı altına alınmıştır. Sendikal hareketi geliştirecek ve toplu sözleşme düzenini normalleştirecek yasal değişiklikler AB ilerleme raporlarına, ILO organlarının kararlarına rağmen engellendiği gibi sendikal hareketi daha da açmaza sokacak, yetki ve hak kayıplarına yol açacak yasal düzenlemeler yürürlüğe sokulmaktadır.  

Sendikal haklar alanında, 12 Eylül askeri yönetiminin 30 yıl önce uygulamaya soktuğu yasalar, temelde hiçbir değişiklik olmaksızın varlığını sürdürmektedir. Bütün bu gerçeklere karşın, ILO ve AB normlarında bir değişim yerine yapay tartışmalar başlatılmıştır. 30 yıldır tüm hükümetlerin çalışma bakanlarının Türkiye Cumhuriyeti adına ILO’da verdikleri sözler havada uçuşmuştur. Türkiye defalarca Aplikasyon Komitesi’nce kara listeye alınmıştır. 

İktidarın yönlendirmesiyle yaygın işsizlik ve kayıt dışılık, sendika üyesi olduğu için çalışanların işten atılması bir yana bırakılmış, sendika aidatlarının kesilme yöntemleri, sendikaların denetimi ve sendika yöneticilerinin ücretleri, sözde değişimin ölçüsü olarak tartışmaya açılmıştır. Bu yaklaşım sendikalarla işçi hareketini baskı altına almayı amaçlayan bir oyalamadan öteye gitmemiştir.  

Krizi bir kader gibi görmek ve toplumu umutsuzluğa, sadakaya ve çaresizliğe mahkûm etmek ne sosyal devlet ilkeleriyle ne de bu toplumun demokratik ve sosyal birikimleriyle kesinlikle bağdaşamaz.  

Bir taraftan kriz teğet geçti ve en az biz etkilendik açıklamaları yapılırken öbür taraftan demokratik hakların ve tepkilerin baskı altına alınması  çözümsüzlük üzerinden bir politika izlendiğini, “çözümsüzlüğün  çare” olarak topluma sunulduğunu göstermektedir. Bize göre kriz, AKP yöneticileri ve yandaşlarını teğet geçmiştir. AKP hükümeti bugüne kadar zengini daha zengin eden, yoksulu daha da yoksullaştıracak piyasacı tedbirlerin dışına çıkmamış AB aday ülkeleri içinde ekonomisi en çok küçülen ve işsizlik oranı en yüksek olan ülkedir.  

Çare vardır. DİSK kriz daha ilk işaretlerini gösterdiğinde gerekli uyarıları yapmış, acil sosyal tedbirlerin alınmasına dikkat çekmiş, sosyal bir programının derhal uygulamaya konularak, sosyal devlet ilkelerinin hayata geçirilmesini talep etmiştir. 2010 yılı krize, baskılara, demokratik özgürlüklere karşı işçi ve sendikaların mücadele yılı olacaktır.  

Bu mücadele ile krize karşı toplumun güvenini artıracak, yaraları saracak, gerginlikleri yatıştıracak, işsizleri, yoksulları kucaklayacak toplumun özlemle beklediği ihtiyaçları giderecek önlemlerin gecikmeden alınması mutlaka sağlanacaktır. 

Değerli basın emekçileri,

2009 yılını  genel olarak değerlendirdiğimizde, emekçilere yapılan saldırıların, tek tek sendikal örgütlere değil, bütün işçi sınıfına topyekün olarak yapıldığını söyleyebiliriz. (Belediyelerde, TEKEL’de, Sinter’de, Kent-AŞ’de, Ataşehir Belediyesi’nde, Kızılay’da hak ihlalleri sürerken, Emekli-Sen’in kapatılması, Genç-Sen ve Çiftçi-Sen’e kapatma davalarının açılması, Nakliyat-İş sendikamıza ve KESK’e yönelik operasyonlar saldırıların boyutunu sergilemektedir) 

Kriz karşısında da, özelleştirmeler, işsizlik ve istihdam sorununda da, asgari ücretin belirlenmesi ve kıdem tazminatlarının, eğitim ve sağlık haklarının gaspedilmesinde de, İşsizlik Sigortası Fonu’nun asıl amacına uygun kullanılmamasında da, SSGSS yasası veya işçilerin kiralanmasını hedefleyen Özel İstihdam Büroları konusunda ve sendikal hak ve özgürlükler konusunda da işçi sınıfının sorunları ortaktır. 

Türkiye, işsizlik, yoksulluk, eşitlik ve özgürlük gibi gerçek ihtiyacı ve gerçek gündeminden uzaklaştıkça, AKP baskıcı ve otoriter politikalarını fütursuzca uygulamaya devam edecektir. 

Bunu engellemenin tek yolu, tüm emekçileri, emek örgütlerini ve emek dostlarını tek bir vücut halinde organize ederek, işçi sınıfının birleşik mücadelesini yükseltmektir.  

2010 yılı krizden çıkışın  örgütlendiği, mücadelenin ileriye götürüldüğü, emeğin kazanımlarıyla dolu anlamlı bir yıl olacaktır. 

DİSK olarak 2010 yılında 12 Eylül hukuku ve yasalarına karşı mücadele edeceğimizi, emeğin uluslararası standartlara kavuşması için mevcut kısır döngünün kırılıp aşılacağını ilan ediyoruz.  

Toplumun hukuksuzluğa, korkulara en temel demokratik haklarını kullanmasına karşı yapılan baskılara, anti demokratik uygulamaların kural hale getirilmesine karşı 2010 yılında her zamankinden daha çok mücadele edeceğimizi belirtmek istiyorum. 

Kuruluş ilkelerimiz doğrultusunda emeğin kazanımlarını kriz fırsatçılığına kurban vermeden sendikal haklar, eğitim, sağlık, sosyal güvenlik hakları başta olmak üzere çalışma hakkı, iş güvenliği hakkı, insanca yaşamaya yeterli gelir, sosyal güvenlik, sağlıklı konut, sağlıklı çevre gibi işçi sınıfının evrensel tüm sosyal haklarını gözetmeyi sürdüreceğiz.  

2010 yılının ülkemiz ve tüm dünya için barış, adalet esinlik ve emeğe saygı içinde yaşanacak günler getirmesini dileyerek hepinize sevgiler ve saygılar sunuyorum.